Amsterdam'da nasıl bedava eşya bulunur

Bugün lafı çok dolandırmadan hakikatten işe yarar bir kaç bilgi vereyim de gönüller bir olsun. Tüm evinizi bedavaya döşemenin iki yolunu anlatacağım, gelin yamacıma. Amsterdam'da ikinci el eşya gündelik hayatın çok fazla içinde. Sürekli bir eşya sirkülasyonu var. Dünyanın en uzun boy ortalamasına sahip milleti, malumunuz yer darlığından daracık minicik evlerde yaşıyorlar. Bir de kozmopolit şehir geleni gideni bol. Bu nedenle eğer Amsterdam'a taşınacaksanız evi nasıl döşeyeceğiz diye kara kara düşünmeye gerek yok. İlkin marktplaats'a bir bakın. Burada ev eşyasından arabaya her türlü ikinci el eşya bulmak mümkün. Fiyatlar genellikle uygun. Yalnız, daha önce de belirttiğim gibi askı meselesi hala bir muamma. Askılar pahalı. Askılar pek kıymetli. Neyse bunun yanı sıra bir çok bedava eşya bulabilirsiniz bu siteden. Eski evler, özellikle de merdivenler çok ama çok dar olduğundan her eski evin çatısında  birer kanca ve makara görebilirsiniz. Bu evlere eşyalar, makara ve halatlarla evin dışından çıkartılıyor ve pencere ya da balkonlardan eve sokuluyor. Yeni binalarda merdivenler daha geniş. Eski usul sırtlanıp çıkartılabiliyor eşyalar. Eşyasını yenileyecek ya da taşınacak bir çok insan, eşya taşımakla uğraşmak istemiyor. "Allahını seven gelsin şu koltuk takımını alsın götürsün!" diye bedava eşya ilanları veriyorlar bu internet sitesinden. Bedava eşya ilanı gördüğünüzde -ki "gratis" buradaki sihirli sözcük- ilan sahibinin diğer ilanlarına da bakın. Bazıları tüm evi gelin toplayın bile diyebiliyorlar. Bir de buradaki ilanlara bakarken, acaba ne çakallık var işin içinde, eciş bücüş şeyleri boşuna sırtlanıp taşımayalım diye düşünmenize gerek yok. İster bedavaya versinler ister belli bir ücret karşılığı, insanlar söz konusu eşyanın en ufak defosunu, söküğünü, kırığını ilanda belirtiyorlar. Kötü sürprizlerle karşılaşmazsınız yani, merak etmeyin.Siteden bahsetmişken şu bilgiyi de vereyim, bazı ilanlarda fiyat belirtilmemişse ve de gratis ibaresini de görmediyseniz, o demek oluyor ki eşya sahibi bir fiyat biçememiş açık arttırmaya çıkartmış eşyaları.                    

           

İkinci olarak, eşyaları evden çıkartmaya üşenmeyen insanlar da, artık kullanmak istemedikleri eşyalarını evlerine en yakın çöp kutularının yanına bırakıyorlar. Çöp meselesi gözünüzü korkutmasın. Her bir konteynır maaşallah bir adet Sermet Erkin! Minik minik konteynırların oval kapaklarını açıyorsunuz, çöpünüzü koyuyorsunuz, kapağı kapatıp bir daha açtığınızda abrakadabra! çöpünüz çoktan yok olmuş. Yani insanlar eşyalarını çöpe bırakıyor dediysek, ortada bir çöp yok. Aynı zamanda da, götü yere yakın olandan korkulur söz konusu bu çöp kutuları için. Kendileri küçük ama bir o kadar da yerin altında var maşallah. Belediye haftada bir gelip, bu minik çöp kutularını yerlerinden söküyor ve altlarındaki dev çöp kutularını boşaltıyor. Büyükşehir çalışıyor! Ama Salı günleri. İşte burası da işin püf noktası. Çöpler Salı günleri toplandığı için, insanlar kullanmadıkları eşyaları haftanın her günü dışarı çıkartmıyorlar ortalık dağılmasın diye. Herkes resmen bize ilkokulda aşılanmaya çalışılan "herkes kendi evinin önünü süpürse hayat bayram olur" felsefesini benimsemiş.Neyse bu nedenledir ki insanlar ya Pazar geceleri ya da Pazartesi sabahları eşyaları en yakın çöp kutusunun yanına koyuyorlar. Ben şimdiye dek kullanılmayacak durumda, çok eski ya da kırık dökük eşya görmedim. Pazar gecesi ve Pazartesi sabahları sokaklarda yürürken gözleri açık tutmak gerek. Buranın insanı neredeyse doğduğundan beri bisiklet üstünde olduğundan, ihtiyacı olan bir şey gördü mü affetmiyor. Koca koca kitaplıkları koltukları sırtlanıp bir yandan da bisiklet sürebiliyorlar.



(Biraz sonra anlatacağım hikayedeki ruh halimi görmek isterseniz 0:15-0:19. saniyeleri izleyebilirsiniz)

Bir pazartesi sabahı bisikletle etrafta dolaşırken bir sürü eşyanın arasında tam ihtiyacımız olan çok şirin ahşap bir sandalye gördüm. Lakin, çöpten eşya almak falan bambaşka bir sosyal kod Türkiye'de. İnsan bir haftada kafasındaki şablonları değiştiremiyor. Ama sandalye de pek güzel, ev yakın, tamam sandalyeyi sırtlanıp bisiklete binip eve gidecek kadar hakim değilim ortama ama taşımanın bir yolu da bulunur. Kedi gibi uzaktan kesiyorum çöpü. Bir yandan "yahu herkes Dutchlığına bakmadan sırtlanıp götürüyor, sen neyine utanıyorsun!" diyorum ama elim gitmiyor. O sırada olanca Dutchlığıyla bir abla geldi, bisikletinden indi, eşyaları karıştırıyor. O saniyeden sonra o sandalye bir kıymete bindi arkadaş! Resmen çocuk gibi, "ulan ilk ben gördüydüm allahsızlar!" diye isyan edesim var. Durup dururken, sabah sabah bir sandalyeden ötürü çektiğim ızdıraba, iç hesaplaşmaya bak arkadaş. Neyse ki sadece komidine ihtiyacı varmış. Sırtlandı koca komidini yoluna devam etti kadın. Hemen fitifiti çöpe yanladım, sandalyeyi yokladım, sapasağlam. Şaban gibi içimden "ennayii leblebisii" falan diyorum. Bir elimde sandalyeyi tutup diğer elimde gidonu tutup, bisikletin üstünde dengede kalma teknolojisi henüz gelişmedi bende, normal yürürken bile dengemi zor kuruyorum. O yüzden o işe hiç teşebbüs etmedim. Sandalyeyi koydum bisikletin arkasına. Elimde bisiklet iki sokak ötedeki eve giderken bile 5 defa falan düşürdüm sandalyeyi. Ama yılmadım. Hayatımda ilk defa bu kadar net bir beleşe bir şey kazanmanın zafer sarhoşluğuyla eve ulaşabildim. [Ne kadar küçük bir dünyam var lan benim! Hayır sevimli ögeler de içermiyor ki Amelie'likten yutturalım. Anca Şabanlık]

p.s: Sermet Erkin'e saygımız sonsuz, onu belirteyim de şeyolmasın.

Hiç yorum yok: