Amsterdam Halk Kütüphanesi: OBA

En son yazımızı yazalı bir yıldan fazla olmuş. İşin ilginci, bu süre içinde neredeyse hergün yazacak şeyleri biriktirip kafamda tasarladım. Canım arkadaşlarımın kavanozundan çıkan mesajlarıyla bir sürü şey yaptım, bunları anlatmak için bir sürü fotoğraf çektim. Bir dahaki yazıyı ne zaman yazarım bilmem
Efenim bu yazımız komple faideli bilgiyle dolup taşacak inşallah. Çalışmak için sessiz sakin yer arayanlar, kanal kenarında şehir manzaralı bir yerde oturup kitabını okumak ya da kahvesini içmek (eğer google translate'te 'reklamların zarif dili'ne çeviri yapılıyor olsaydı bu kelimeyi yudumlamak olarak çevirirdi) isteyenler, ya da paşa paşa çıkıp "bana bahaneye gerek yok, genel olarak kütüphane ve kitap seven bir insanım" diye itiraf eden naif dostlar gelin yamacıma. [Ben coşmaya gelmişim arkadaş ne kütüphanesi diyenler, evet evladım sen. Burası öyle böyle bir kütüphane değil. Turist geziyor yavrum kütüphaneyi. Sırf içinde turist gezen kütüphane diye bile turistik gezi yapılır. (Totoloji yaptığımı sanıyorsun amma yapmıyorum)] Bugünlük de ikna kabiliyetimin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Kalan sağlarla birlikte devam ediyoruz.


OBA (Openbare Bibliotheek Amsterdam) yani Amsterdam Halk Kütüphanesi Merkezde Central Station'ın hemen sağ tarafında büyükçe bir bina. Merkezde olması açısından, Amsterdam'a gelen herkesin yolunun düşebileceği bir yerde. Girişte sol tarafta bir piyano duruyor. Her seferinde o piyanonun başında bir kişi mutlaka oluyor ve bildiğiniz kütüphanenin içinde şahane canlı müzik dinleyebiliyorsunuz. İlk gittiğimde şansımıza bilen biri oturmuş diye sevindim. İkinci ve üçüncü seferlerde de aynı kalitenin devam ettiğini gördüğümde aşağıdaki videoda piyanonun yanında görünen tabelayı fark ettim. Tabelada bilen otursun yazıyordu. Garibim Dutch'lar da tabelaya sadık, hakkatten bilen oturuyor. Şimdi 'Sevim koş! katil geldi!!!' der gibi 'Türkiye'de olsaydı...nıç nıç nıç...insanımız...bilinçsiz azizim...' demiycem tabi ki de ama hepimiz elimizi vicdanımıza koyalım, hepimiz Süper Baba'yı çıkartabilecek kadar biliyoruz sonuçta...

En üst kat komple restorant, manzara güzel. La Place, fiyatlar öğrenci işi, yemekler lezzetli. Mevsim uygunsa terası açık. Bir diğer seçenek de kütüphane'nin ana girişinin hemen sağ tarafında bir adet Vapiano var. Kendisi franchise bir italyan restoranı, burda da fiyatlar öğrenci işi. Çalışan dimağları pizza, makarna ve tiramisu ile karbonhidrata doyuruyor. Kanala bakan uzun ince büyük bir balkonu var. Kütüphane'nin üst katındaki teras henüz açılmamışsa, hava güzelse ve yemeğinizi dışarıda yemek istiyorsanız burayı deneyebilirsiniz.

(Şimdi efenim Türkiye'deyken az dalga geçilmedi benle bu kütüphane mevzusunda. Etkinlik olarak arkadaşla dışarda buluşma mevzusunu oturtamamıştım bir türlü.( Burada sağolsun, bakkaldan iki bira kaptım geliyorum, evde misin? sorusunun gerçek hayatta bir karşılığı olmadığından, dışarıda buluşmanın raconunu da öğrendik mecburen) Kız arkadaşlarımla buluşayım, alışverişe gidelim, olmadı bir patisseriede oturup şirin, minik kekler yiyelim, bu işleri kıvıramıyordum. Arkadaşımı, çıkma teklif eder gibi arayıp bir de üstüne aklıma sadece "kütüphaneye gidelim mi?" demenin geldiği zamanlar oldu. Sağolsunlar beni kırmayıp kütüphanede buluşuyorlardı. Bu nedenle, burada Fransız arkadaş, arayıp da kütüphaneye gidelim mi diye sorunca şaşkınlıkla karışık bir sevinçle "ulaaann, demek ki böyle oluyormuş" demem ondandır.

Kütüphaneye gidelim mi Aysel?
Oba'nın bu giriş katında bilgisayarınızı alıp çalışabileceğiniz (internet yok, aman diyeyim) masalar, neredeyse her dilden okuyabileceğiniz çeşitli aylık dergi ve günlük gazeteler (Milliyet ve Cumhuriyet vardı niyeyse) geniş koltuklar, ve bir cafe var. Kütüphane'nin bu ilk katında sessiz olma şartı yok. İsteyen birlikte çalışıyor, isteyen telefonla konuşuyor. Ama makul ölçülerde, öyle harran gürran bir ortam değil. Farkli dillerden kitaplar üçüncü katta, küçük de olsa Turkce kitaplardan olusan bir bolumu var. Genellikle yurtdisinda yasayan Turk yazarlarin kitaplarindan olusuyor.

Gelelim kütüphane içindeki ilginç noktalara. Koltuk minderlerinden klübeler yapıp içinde garip bir mutluluk ve heyecanla oturmuş bir neslin mensubu olarak diyebilirim ki üst kattaki, şu garip gureba çalışma kabinlerinin içine yuvalanırken aynı zamanda içimizden "denizaltıymış burası meğersem" diye geçirebiliriz.




Kütüphane'nin ömür geçirilesi en tontiş yeri neresi diye soracak olursanız, derim ki en alt katı. En alt katta tam ortada kocaman bir cam vitrin içinde minyatür bir fare mahallesi var. kat kat evleri, dükkanları, matbaası,  laboratuarı(labarotuar,labratuar) laborotuarı, pastanesi ve fırınıyla  yaklaşık 3 metre uzunluğunda bir mahalle. Yamacında da mahallenin  detaylarını anlatan bir sürü kitap mevcut.






Gelelim en alt kata. Charlotte Perkins Gilman'ın Türkçe'ye Sarı Duvar Kağıtları diye çevrilmiş şahane bir kitabı var. İncecik, insan okurken hem şok oluyor hem de garip ve rahatsız edici anlatımının etkisinde kalıyor. Charlotte beni affetsin ama OBA tuvaletlerine giderkenki koca duvardaki sarı duvar kağıtları da beterin beteri varmış dedirtiyor. İnsanı tarifsiz duygu ve düşüncelere sürüklüyor. Duvar kağıdı kıllı olur mu arkadaş! böyle sanat olmaz olsun (kusura bakma melih gökçek hala senle aynı noktada değiliz) ama arkadaş bu nasıl bir zulümdür ya. Allahtan ecnebi memleketteyiz. Siyah ve kıvırcık versiyonunu düşünmek bile istemiyorum. 
o iç mimar şimdi kör oldu

Bu arada tuvalete girişte yanınızda bozuk bir 50 cent bulundurun.


Hiç yorum yok: