Amsterdam’a
ilk gelişim bir kaç ay önceydi. İki haftalık kısa bir tanışmaydı. O seferden
sonra bu şehre karşı biraz mesafeliydim. Herşey yapay gibiydi, sanki eski Western
filmlerindeki gibi, evlerin bi tek ön cephesi var gerisi boş gibi gelmişti. "Bu
soğukta bu kadar turist ne arıyor arkadaş burda” dememle girdiğim bi ara
sokaktan buram buram ot kokusunu duymam aynı ana denk gelir. Gerçi o zaman bi
haftalığına Prag'a gitmiştim bi konferans için, oradan Amsterdam’a geçmiştim.Bir
hafta boyunca ağzımın suları aka aka "Kafka bu sokakta yürümüştü, Kafka bu
köprüden geçmişti, ahan da bu binayı gördüydü" diye diye gezdiğimden
mütevellit ve dünyanın en azından benim gördüğüm kısmında en güzel şehri Prag
olduğundan zaar Amsterdam pek bir yavan gelmişti.O vakit “babanı da sevmezdim
sütoğlan!” diye ayrılmıştım Amsterdam’dan. Bu nedenle, biraz mesafeliyim bu
şehre karşı. Ama bu sefer tatilde değiliz. Artık tası tarağı toplayıp geldik, seni sevicem Amsterdam hiç kaçarı yok.