1-tam olarak ne işe yaradığını anlamadığım uzunca bir telle birbirine
bağlanmış kısa iki şiş
2-bir tığ
3-ve Türkiye’deyken pazarda 1 liraya satılan keten bezinden bakliyat koyma
torbaları.
(O zaman “çanta neyim bişey yaparım bundan hem de bir lira alsam mı ki?”
diye düşünürken yanımdaki teyze birer birer hepsini toplamaya başlayınca “anam
bana kalmayacak!” diye panikle almıştım 5-6 tane . Sonrasında niye
bilmiyorum benimle birlikte taa buralara kadar geldiler.Neyse işte varmış bir
hikmeti!)
Eldeki bu malzemelerle tanımadığım insanlarla dolu, örgü ve dikiş gününe
doğru yola koyuldum.(gerçi Vietnamlı’yı tanıyorum artık, en azından pazarda kurulmuş bir hukukumuz var.) Ev sahibi Fransız, 2 Vietnamlı, bir Makedon, bir Alman
bir de bendeniz.[Laz fıkrasına dair espri yapmaya gerek yok] Yüksek ve dar
merdivenleriyle şirin bir Dutch evi. Küçük bir salonda 6 kişi, kimimiz örgü
örüyor, kimi bir şeyler dikiyor, kimi nakış işliyor. Ortada ev sahibinin
dünyanın çeşitli yerlerinden toplanmış kumaşlarının olduğu büyükçe bir kutu.Kadıncaaz
bi de hepsini güzel güzel katlamış etrafılarına ince kumaş kurdele geçirmiş, iğnelemiş
falan, resmen talan ediyoruz. Sanırsın çok acayip işler çıkacak iki drape
attırıp overlok geçicez etraflarından.(burada dikiş nakış jargonuna dair
kelime dağarcığımın sonuna gelmiş bulunmaktayız) Hatta Alman arkadaş, Almanlığına
bakmadan 4 şişle birden bir eldiven örüyor. Dilim döndüğünce, "Karadeniz’de
dedeler çorap örer böyle" demeye çalıştım ama pek bi anlamı olmadı."Yaah?"
gibi bi karşılık aldım.
![]() |
Biraz sevgi seline ne dersiniz tontişler! |
Ev sahibi ince hamurun içine dizilmiş ve fırınlanmış elma dilimleriyle elma
tartları yapmış.Asıl adı tarte aux
pommes imiş. Ben börek götürdüydüm. 4 şişle örgü ören Alman hurma getirmiş(Alman gözüm üzerinde). Öyle börek
çörek ortamları. Ev sahibi Fransız olunca bildiğin memleket ezgileri de Yann Tiersen
oluyormuş. Amelie soundtrack say sağ baştan! Huşudan huzurdan damağıma karamel
yapışmış gibi bir hissiyat geldi bana bi ara. Aslında o hissiyatın bir kısmının
temel nedeni benim adamın, "canım bak şimdi kursa falan gidiyolarmış,
sorarlarsa öle ben dikiş dikmeyi biliyom falan deme" cümlesini çok ciddiye
alıp içinde “biliyor musun?” geçen bütün sorularına "kattiyen
bilmiyorum", "vallaha da ilgim yok" diye cevap vermem. Bildiğim
de atla deve değil de bi Vietnamlı 10 dakika
boyunca göstererek ilmek atmayı öğretince içim bir fena
oldu.bayılayazdım. Hayır geri de dönemiyorum sözümden. Takribi bir, bir buçuk
saat boyunca ilmek attım sonrasında "ay çocuk çabuk öğreniyo, kafalı
maşallah" nidalarıyla ben de kendimce işe koyuldum. Sessiz sessiz Yann
Tiersen eşliğinde, elmalı tartlarımızdan yiyip, dikiş nakış yaptık.Bir de Fransız
tüm bunların üstüne “bugün büyükanneler günü Fransa’da. Orda olaydım bunları
annem ve büyükannemle yapacaktık, ben de burda sizlerle kutlamak istedim”
deyince; hah dedim tam sevgi seli! Amsterdam'daki hayatım için fazlasıyla
şirin bir başlangıç oldu.
Bir ara muhabbetler Hindistan’da kadınlar şöyle eziliyor Çin’de böyle
eziliyora döndü. Dedim vay arkadaş akademik dünyada birinci dünyanın kendi
derdine yanmadan üçüncü dünya üzerine üfürmelerini alışkınız da gündelik
hayatta da bildiğin buralarda 3. dünya dedikodusu mu yapılıyormuş. Peki bu
muhabbetin en coşkunun Vietnamlı olması! Yav bırak topraam bari sen yapma
diyesiydim ki, doğruldum, ağzıma Alman’ın getirdiği hurmalardan bir tane attım
ve geri yaslanıp camdan dışarı baktım. İç geçirdim ve nakışıma geri döndüm.
Büyükanneler Günü here I come!
![]() |
Sultanahmet çık gızzel! |
Giderken ayak üstü Alman kız nerelisin diye sordu bana. O zamana kadar
artık ne kadar konuşmadıysam. Türkiye diyince bunun gözler bir parladı arkadaş! Heyecanla Türk yemeği yapabiliyo musun diye sordu? Gerçekten bi kaç saniye
düşündüm.Turkish food?!?Türk yemeği?!?!? Yapıyom galiba dedim.Ben dedi çok
severim Türk yemeğini, bana yemek yapar mısın dedi. Dedim ne istiyon. Ne olsa
yerim dedi. Kızın ne kadar iri olduğunu o an farkettim (allahım sen günahlarımı
affeyle). İlerleyen günlerde bu konuda gelişmeler yaşanabilir.
Bu günün akşamına Yunanlı arkadaşlarla buluştuk. Enternasyonal içinde
kaldım yeminlen! Neyse burda heryerde yel değirmenleri var (bu konuyu bi ara
etraflıca inceliycem) onlardan birinin kafesinde yemek yedik. Yunanistan’ın
durumundan konuştuk bi ara. Sonra dediler burdaki Dutchların çoğu ‘Yunanistan’a gitmiyoruz çünkü çok tehlikeli bir yer, sürekli eylem grev
var’ diyorlar. "Bazı Dutchlar da bu yaz tatil için Yunanistan’a gidicez, ve orda
biraz para harcayıp ekonomiye katkıda bulunucaz" diyorlar dediler. Ben abaovv bu
nasıl mantık diyerek ağzımı yüzümü çemçürtürken Yunanlılar dediler ki “bu iyi
bir şey öyle deme, eğer Yunanistan’a yardım etmek istiyorsa insanlar tatil için
gelip döviz bırakmalı”. Yahu arkadaş, bu işin, ekonomik sınıfsal bir bağlamı
yok mu, bu nedir 90lar Türkiye kafası, turizm bacasız sanayidire bağlamışsınız
demeye gücüm yetmedi. “He komşi yasu yasu" dedim konu değişti. Sonra bi ara baktık Yunanlılar bir şey anlatmaya
çalışıyorlar.
"işte hani şu su içtiğimiz büyük plastik şeyler var ya "
"bi restoranın tavanına komple onlardan lamba yapmışlar"
"normalde çirkin bişey ama güzel olmuş" falan diye
"hani şöyle olur böyle olur", biz anlamadıkça tarif etmeye
çalışıyorlar. Onlar çırpındıkça biz anlamaya çalışıyoruz. Benim adama damacana
gibi bişeyden mi bahsediyolar acaba dememle tüm Yunanlılar hep bir ağızdan hah damıcanaa! Damıcanaa! diye bağırdılar.
Kısa günün karı gereksiz bilgi: damcana Türkçe ve Yunanca'da ortak
kelimeymiş.(Kendime not: şu Yunanlı lafından vazgeç)
![]() |
Bu toprakların sesi |